26 Şubat 2009 Perşembe

Gaudi’nin Şehri BARCELONA….

Merhaba…

Sizlere Kasım 2008'de gittiğim şehirden bahsetmek istiyorum. Barcelona….

Barcelona’ya gitmeden önce nasıl bir şehirdir, neler yapacağım, ne yiyeceğim, ne kadar eğleneceğim yada sıkılacağım konularında hiçbir fikrim yoktu. Bilinen tek gerçek Barcelona’ya yalnız ve bir tur’a dahil olmadan gittiğimdir.. Tüm ayarlarımı ve rezervasyonlarımı buradan yaptım, yani Shengen vizem zaten vardı, uçak biletimi THY’den aldım, otelimi’ de http://www.booking.com/ dan ayarladım. Ve kısa bir internet araştırması sonucu 5 günlüğüne Barcelona’ya gittim.




Barcelona’ya ayak basar basmaz güneşten ve havanın güzelliğinden içim ısındı. O kadar güzel ve güneşli hava vardı ki.. Ve seyahatim boyunca o güneşli hava hep benimleydi, yani süperdi. Havaalanından her 5 dk. da bir kalkan Aurobus’larla şehir merkezine Placa de Catalunya’ya gittim. Bu arada bu otobüsler her 5 dk da bir kalkıyor ve 4 euro gibi ekonomik bir ücrete gidebiliyorsunuz. Sanırım taksi ile ulaşım min.25 euro civarı imiş, dolayısıyla otobüsü tavsiye ederim.


Plaça De Catalunya ise aynı bizim Taksim Meydanı gibi ( ama son derece güvenli ) çok ünlü ve şehrin kalbinin attığı bir meydan. Otelimi seçerken özellikle bu meydana ve diğer popüler mekânlara yakın olmasına dikkat etmiştim. Dolayısıyla otobüsten indiğimde 1 blok sonrasında ki otelime yürüyerek ulaştım. Çok sevimli ve sıcak bir oteldi. Gerek personeli gerekse temizliği ile son derece memnun kaldığım bir oteldi.
Barcelona 1992 yılı Olimpiyatlarına ev sahipliği yaptığı için özellikle o yıllardan itibaren çok büyük bir değişim geçirmiştir. Kısacası İspanya’nın kültür başkenti olmuş. İlk gün özellikle Port Vell denilen liman kısmını dolaştım. Özellikle, 1 yıldız dalıcı olduğum için Barcelona’da bulunan Avrupa’nın en büyük akvaryumu çok ilgimi çekti. Sharm El Sheikh (Kızıldeniz) de gördüğüm pek çok balık ve bitki örtüsünü burada tekrar görmüş oldum.






Daha sonrada olimpiyat şehrini gezdim ve azgın dalgalarda sörf yapan gençleri izledim, Londra’da bulunan Madame Tussauds müzesi gibi Barcelona’da da bulunan bir mumya müzesini gezdim. Londra’daki kadar gerçekçi ve büyük olmasa da burası da iyiydi. Hakikaten ilk gün itibariyle seyahatim çok zevkli başlamıştı ve otelime döndüğümde diğer günlerin planlarını yapmaya başladım.


Artık günlerimi Barcelona’yı Barcelona yapan Antoni Gaudi’nin eserlerine, binalarına ve tasarımlarına ayırmak istiyordum. Hakikaten İspanyanın en ünlü mimarı Antoni Gaudi’dir. Eserlerini, binalarını hayranlıkla izledim. Kendisi hakkında çok kısa bir bilgi vereyim : Antoni Gaudi Barcelona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalonya’nın Reus kentinde doğmuştur. Önemli eserleri, Casa Vicens, Güell Pavilyonu, Güell Sarayı, Güell Mahzeni, Colonia Güell Türbesi, fantastik Güell Parkı’dır. Diğer önemli eserleri arasında Teresano Koleji, yılın binası ödülünü kazandıran Celvet Evi, Bellesgurad Villası, Battlo Evi, La Pedrera adıyla bilinen Mila Evi bulunur. En ünlü eseri ise hayatını adadığı, yapımı halen süren Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi, 1882’de F. del Villar tarafından yapımına başlanan bu kiliseyi tamamlama işini 1883’de üzerine aldı. Gittikçe daha fazla zamanını bu esere ayıran Gaudi, 1908’de başka proje almayı bıraktı ve 1926’da ölümüne kadar sadece Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yy. katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmadı, stüdyosunu da inşaata taşıdı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldü ve Sagrada Familia'ya gömüldü.














Yukarıda bahsettiğim pek çok binasını ve eserini gezdim, hakikaten hayal gücü çok fazla olan, yaratıcılığının önüne geçilemeyen bir insanmış. Hayran kaldım tüm eserlerine.. Sokak lambalarının tasarımı bile o kadar farklı ki, ilk görüşte ne kadar farklı bir kişilik ve hayal gücüne sahip olduğunu belli ediyor. Özellikle La Pedrera, Battlo Evi ve Sangara Familia’dan inanılmaz etkilendim. Sangrada Familia’nın turistlere açık bir kulesinin en tepesine çıktım ve inanılmaz güzellikteki Barcelona ile karşılaştım.


Bir başka gün de teleferik ile Montjuic tepesine çıktım, bunu da şiddetle tavsiye ederim, aynı Sangrada Familia’daki gibi süper bir Barcelona manzarası ile karşılaşıyorsunuz, burasının tek farkı tüm Barcelona’yı görmenin yanı sıra liman ve denize de hakimsiniz. Harika bir manzarası vardı. Özellikle teleferik ile Montjuic dağına ve kalesine çıkarken duygularımı görmeliydiniz, tek kelime ile çığlık atıyordum manzaranın güzelliği karşısında :)



Bunun yanı sıra süperde lezzetler tattım, oraya gidip Paella, Tortilla yemeden dönmeyin. Özellikle Barcelonetta denilen semtinde oturup balık keyfi yapmadan ise hiç dönmeyin.



Kendilerine has içkisi Cava şaraplarını da mutlaka denemelisiniz. Beni tanıyanlar bilir inanılmaz boğazıma düşkünümdür ve yemek den iyi anlarım ve buranın yemeklerine bayıldım, zeytinyağını bolca kullanan süper lezzetli yemekler :)










Sonuç olarak kaldığım 5 gün boyunca inanılmaz güzel yerler gördüm ve çok güzel yemekler yedim. Geriye dönük baktığımda bu kadar güzel bir tatil yapmış mıydım onu düşünüyorum. Yok hayır sanırım yapmamıştım. Hem de yalnız olmama rağmen…J Tek kelime ile mükemmeldi. Fırsatı olan herkese ömürlerinde hiç olmazsa 1 kere Barcelona’yı görmelerini tavsiye ediyorum..

Paris'de Kış...

Paris aşıklar şehri.. Paris romantizmin başkenti...



Paris’e gitmeden önce bu şehirden bu kadar fazla etkilenebileceğimi tahmin etmiyordum, ama sanki bir rüya yaşadım ve hiç dönmek istemedim. Paris’i kendimce doya doya yaşadım, sanırım herhangi bir tur şirketi ile gitsem bu kadar dolaşamazdım, bu kadar keyif almazdım ve bu kadar nefis lezzetler tadamazdım. Diğer Avrupa şehirlerinde de yaptığım gibi yine kısa bir ön araştırma ile Paris’e gittim. Bu araştırmam da bana öncelikle Google Earth yardımcı oldu, daha sonra ise Dost Yayınevinin hazırladığı Paris isimli kitap rehberlik yaptı. Sonrasında ise
www.booking.com aracılığı ile otelimi ayarladım.



Otelimi seçerken dikkat ettiğin en önemli etken uygun ve merkezi bir lokasyonda olması ve herhangi bir metro durağına yakın olmasaydı. Yine bu konuda bana Google Earth faydalı oldu. Tüm gün dışarda olacağım için ve sadece yatmak için oteli kullanacağımdan benim için 2* yada 3* otel yeterliydi ama Paris hakikaten çok pahalı bir şehirdi. Yani daha önce gezdiğim avrupa şehirleri olan Londra, Roma, Floransa, Venedik, Barcelona, Münih yada Atina ile kıyasladığımda.. Dolayısıyla bu şehirde 2* otel seçmek zorunda kaldım. Sezon dışında 2* otel fiyatları tek kişilik odada 60 euro- 90 euro arasında değişirken 3* otellerde ise 100 euro-140 euro arasında idi. Tabiki bu bahsettiğim rakamlar merkezi oteller için geçerlidir. Yoksa günlüğü 40-50 euro’ya da otel bulanabilir.


Paris 14 bölgeden oluşan oldukça büyük bir şehirdir. Bana göre Paris’de kalabilecek en iyi bölge Quertier Latin Bölgesidir. Seine Nehri ile Jardins Du Luxembourg arasında uzanan ve nehir kenarında kalan bu bölge eski bir semtdir. Kitapçılar, kafeler, sinemalar ve caz kulüpleri ile ünlüdür. Aynı zamanda Paris’in hatta Fransa’nın en büyük üniversitesi Sorbonne Üniversiteside bu bölgededir.


Benim bu bölgede otel seçmemdeki en önemli etken Notre-Dame katedraline yakın olmasaydı. Benim için farklı bir anlamı vardır Notre Dame’ın…Yürüyerek 5-6 dakikada Seine nehrine ve Norte-Dame’a ulaşabiliyordum. Sonuç da benim tercihim bu bölge oldu ama diğer güzel bölgeler olan St-Germain-Des-Pres ile Champ-Elysees’de de kalınabilir.


Paris’de görmeniz gereken yerlere gelince, Paris’i Paris yapan Eiffel Kulesi başda gelmektedir sanırım. Mutlaka ama mutlaka en yüksek noktasına kadar çıkın ve tüm Paris’i yukarıdan izleyin. Ancak Eiffel Kulesini izlemek istiyorsanız ya Trocadero’dan bakmanız yada Arc de Triomphe’ın en üstüne çıkıp izlemeniz en güzelidir.


Champ-Elysees caddesini dolaşıp alış veriş yapmanızı yada burada güzel bir cafede oturup kahve içmenizi söylememe gerek bile yok sanırım.


Diğer görkemli bölge ise La Defense. Burası Paris’in tarihi dokusuna özellikle ters düşmek üzere şehri karşıdan görebilen bir bölgede yapılmış bir iş merkezidir.İsmi üzerinde La Defense.. Şirketler, oteller ve alışveriş merkezlerinden oluşan bir kompleks ama öyle bir kompleks ki görmeniz şart bir yer. La Defense’in yolu Louvre Müzesinden başlar, Concorde Meydanından geçer, Champ-Elysees caddesi boyunca devam eder ve Arc de Triomphe ile bütünleşerek Charles De Gaulle caddesi ile tamamlanır.

Eğer müze gezmekden hoşlanıyorsunuz mutlaka Louvre Müzesini görmeniz gerekir. Ben Floransa’daki Ufizzi Müzesinden sonra başka hiç bir müzeden etkilenmem diyordum ki Louvre bambaşkaydı. Bu kadar mı muhteşem eserlere sahip olabilirdi, tek kelime ile inanılmazdı. Eğer bu müzenin her bir odasını, her bir eserini görmek isterseniz bu müzeye 1.5 gün ayırmanız gerekir. Ben daha önceden ne görmek istediğime karar verip 4-5 saat de bu müzeyi bitirdim. Diğer önemli müzeleri ise;
Musee d’Orsay,
Musee Rodin,
Musee Picasso,
Centre Pompidou .






Görmeniz gereken ünlü katedrallerin başında Notre-Dame gelmektedir. Çok ama çok etkileyici bir yer. Sanırım bu etkinin altında Victor Hugo’nun yazdığı romanın etkisi büyük.


Diğer yerler ise;
Sacre Coeur ( Parisin en yüksek tepesinde yer alan muhteşem bir yapı ),
Pantheon ( Benim kaldığım bölge de olan inanılmaz bir katedral. Katedralin altındaki kriptada Voltaire, Victor Hugo, Marie and Pierre Curie, J-J Rousseau, Emilie Zola’nın mezarları var.),
Dome ( Napolyon’un mezarı var ),
St.Severin ,
St. Chapelle ( Paris’in ilk kiliselerinden biridir ve vitrayları ile ünlüdür),
St.Sulphice ( Da Vincinin şifresini okuyanlar bu kiliseyi çok net hatırlar ),
La Madeleine.








Görmeniz gereken diğer yerler ise ;
Grand Palace,
Petit Palace,


Elysees Palace ( Sarkozy ve eşi Carla Bruni burada yaşıyorlar ),
Conciergerie ( Paris’in eski hapishanesi, şimdilerde ise müze, Marie Antoinette giyotine gitmeden önce burada tutulmuş, kaldığı hücreyi ziyaret edebiliyorsunuz ),


Opera binası,



La Fayette alışveriş merkezi ( Mutlaka Operanın karşısındaki görmenizi öneririm),
Moulin Rouge,


Montparnesse Binası ( Fransa’nın en yüksek binası, Avrupa’nın ise en yüksek 2. binası, 56.katındaki barda bir içki içmenizi şiddetle tavsiye ederim ).
Tadmanız gereken lezzetlerin başında ünlü antrikot restaurantları geliyor.. En ünlüsü ise “Le Relais de Venise” süper bir tat.. çok özel sosu ve patates kızartması ile birlikte servis ediliyor. Diğer ünlü antrikot restaurantı ise “Le Relais de l’Entrecote”...


Ayrıca Paris’e gidip de sakın Leon de Bruxelles’e uğramadan dönmeyin, muhteşem değişik tatlarda midyeleri ile ünlüdür. Ve ve ve macaron’ları mutlaka ama mutlaka tadın.. Aromalı yada meyveli acıbadem kurabiyeleri. En iyileri de Laduree’de satılıyor.
Kısacası Paris sanatsal yapısıyla, muhteşem eserleri ile, harika yemekleri ve şarapları ile en önemliside romantizmiyle herkesin görmesi gereken dünyanın en güzel şehri bence...