18 Ekim 2009 Pazar

Bir Masal Şehri... PRAG...

Bir Masal Şehri… PRAG















Hitler’in 2. Dünya Savaşında bombalatmaya kıyamadığı 2 şehir varmış, biri Paris diğeri ise Prag.. O hain ruhlu adam bile bu iki şehirden çok etkilenmiş. Aynı ben :) Daha önceki yazımda sizlerle Paris’i paylaşmıştım şimdi ise Prag’ı… Prag bana göre romantizmin en dolusunu yaşayacağınız, çok güzel yerler göreceğiniz, tarihin doyumsuzluğuna erişeceğiniz, çok güzel yemekler yiyeceğiniz ve en önemlisi de klasik müziğe doyacağınız bir şehir… Ben yine kendi imkanlarım ile 5 günlük bir Prag gezisi ayarladım ve harika bir şehir gördüm ve yaşadım.
















Prag aslında 10 bölgeden oluşan bir şehir ama Prag 1 denilen bölge’de tarih, romantizm, en güzel binalar, köprüler, adalar, en güzel restaurantlar yani tüm güzellikler toplanmış. Prag 1 ise 5 kısımdan oluşuyor; Eski şehir ( Old Town ), Yeni Şehir ( New Town ), Yahudi Mahallesi ( Josefov ), Prag Kalesi ve civarı ( Hradcany ) ve Küçük Mahalle (Little Quarter ). Ben otelimi Eski şehir ile Yeni şehir arasında bir noktada seçtim. Konumu itibariyle her yere yürüme mesafesinde olan, yeni açılmış, süper temiz bir oteldi.


















İlk gün; Ulusal Müze, Vaclav Bulvarı, Eski şehir meydanı, astronomi saati, barut kapısı, belediye sarayı ( municipal house ), eski şehir sokaklarını dolaştım. Ve akşamda Ulusal Müze’de Vivaldi’nin Four Seasons eserinin yorumlandığı klasik müzik konserine gittim, tek kelime ile doyumsuzdu.. İkinci gün; otelden yürüyerek Vltava nehrine indim ve nehir boyunca Karel ( Charles ) Köprüsüne kadar yürüdüm. Karel Köprüsü kulesine çıkıp Prag’ı izledim.
































Köprü üzerindeki onlarca heykelin arasında yürüyerek nehrin diğer kısmına yani Prag Kalesi kısmına geçtim. Bu arada Karel Köprüsü üzerindeki sanırım 16.heykelciğin köpeğine elinizi koyup dilek dilerseniz dileğiniz gerçek de oluyor muş, sanırım her köprüden geçtiğimde dilek diledim :) Köprünün bitiminde Küçük Mahalle girişinde St.Nicholas Katedralinin içi görülmeye değer.












































Sonrasında sırası ile Prag Kalesi, St.Vitus Katedrali ( harika bir ihtişamı var ), Altın Yol, Barut Kulesini gördüm. Kaleyi bitirdiğimde Hradcany’nin daracık sokaklarına kendimi bıraktım, genelde trafiğe kapalı sokaklar ve evler çok güzeldi. Sonrasında Petrin Tepesine gidip Petrin Kulesine çıktım. Bu kule Eiffel’den esinlenerek inşa edilmiş, Eiffel’in dörtte biri büyüklüğünde bir kuledir. 299 basamağını çıkıp zirveye ulaştığımda harika bir Prag manzarası beni bekliyordu.

























Sonra park boyunca yürüyerek ve nehri geçerek Yeni şehir’deki otelime döndüm. Üçüncü gün ; Yeni şehri şöyle bir dolaşıp tekrar Eski Şehir meydanına gittim. Bu meydan da Tyn Kilisesi ile hemen arkasında ki St.Yakup kilisesini gezdim. Görülmeye değer yerler. Sonrasında Yahudi mahallesine gidip Yahudi mezarlığı ile pek çok özel sinagog gezdim. Özellikle İspanyol Sinagogu ile Yahudi mezarlığı ilgi çekici idi, çünkü aynı mezarda 5-10 tane mezar taşı vardı ve 2.dünya savaşı sırasında bu mezarlığa üst üste 12 insanın gömülmesi ile yaklaşık 200.000 kişinin mezarı olduğu söylemiyor ki mezarlığı görseniz küçücük bir alanda mevcut.


































Sonrasında tekrar Vltava nehri boyunca yürüyüp Manes köprüsünden Küçük Mahalleye geçtim. (Bu arada Vltava nehri boyunca tekneler ile gezilerde mevcut, ben katılmadım, yürümeyi tercih ettim.) Şeytan Deresi ve civarı hakikaten çok güzeldi, çok ilginçti. Bu arada Küçük Mahalle’de zengin Prag halkı yaşamakta ve çok şık binalardan yada evlerden oluşmaktadır. Ayrıca hemen hemen tüm konsolosluklarda buradadır. Dördüncü gün ; Prag’ın batısında Almanya sınırına yakın bir şehir olan Karlovy Vary’e gittim. Prag’a otobüs ile 2 saat, tren ile 3 saat uzaklıkta olan bir yer. Bu şehir kaplıcaları ve SPA merkezleri ile ünlü bir şehirdir. Ama aynı zamanda çok özel mimarisi olan bir şehir. Becherovka isimli özel bir içkisi de hem burada keşfedilmiş hem de üretim yeri buradadır. Dolayısıyla bu içkiyi en ucuz alabileceğiz yer burasıdır ( Prag’a nazaran ). İçki özel bir likör olup eski zamanlarda mide hastalıkları için keşfedilmiş ama halkın beğenisi ile içki olarak kullanılmaya başlamıştır. Karlovy Vary’de Diana Kulesi diye bir yer var ki çıkmanızı şiddetle tavsiye ederim, finiküler ile gidilen dağın tepesinde bir kule. Sadece Karlovy Vary değil uçsuz bucaksız süper bir manzara sizi bekliyor, hayran kaldım.





























Akşamüzeri tekrar Prag’a döndüm ve Belediye sarayında ( Municipal House ) Çek filarmoni orkestrasının yaklaşık 2 saatlik klasik müzik konserine gittim. Tek kelime ile süperdi, bittiğinde dakikalarca ayakta alkışladım. Son günümde ise daha çok yeni şehir tarafı ile eski şehir tarafındaki alış veriş mağazalarında saatlerimi geçirdim. Sonuç olarak böylesine güzel yerler görmek, müzeler gezmek, tarihi koklamak, güzel biralar içmek ( ki Prag’ın biraları çok ünlüdür ), harika yemekler yemek , müziğe doymak kısacası bir masal yaşamak istiyorsanız gideceğiniz adres PRAG’dır.

7 Mart 2009 Cumartesi

Paris is the city of love...

Paris is the city of love... Paris is the city of romanticism... Actually going to Paris is not right without your partner. But I went. And I will go again as soon as possible with a special someone..

I stayed in Paris for six days and every day was great for me and it wasn’t enough time.

On the first day, I walked around the Latine quarter ( quartier latin) because I had chosen a hotel in this area. I saw the Pantheon cathedral, the Sorbonne University, St.Severin church, St.Sulphice cathedral, St.Michel Boulevard, the Garden of Luxembourg, the Palace of Luxembourg. This day, the Pantheon affected me the most, because this cathedral is huge and glorious. And most important; graves of many famous French people are incrypted under the cathedral. For example; Voltaire, Victor Hugo, Marie and Pierre Curie, J-J Rousseau and Emilie Zola. I was lucky because the weather was dry. Sometimes it was below zero in the evening. For this reason I walked for hours. I was exhausted by the end of the day. I choose Italian restaurant this evening because it was near my hotel. I drank a very delicious red wine called valpolicella from Venice, Italy. It was superb. This restaurant’s name was Di Formaggi in St.Michel Boulevard.

On the second day, I woke up early because I wanted to go to the Louvre Museum. This museum opens at 9.00 am. And I was in front of the museum at 9.00 am on the dot. I had seen a few museums before but the Louvre was quite different. It is filled with a wide variety of works of art. And this work of art was diversified that is paintings, sculptures, oriental antiquities and valuable object. Especially I liked Mona Lisa, The Raft of the Medusa, The Dying Slave, Aphrodite known as Venus de Milo, Tomb of Philippe Pot and Horses of Marly. The most important thing was that photos could be taken free charge. I spent around 5 hours in the museum. After visit to the Louvre, I went to Museum D’orsay, but unfortunately I didn’t know that every Monday this museum is closed. And then I went to Military Musseum and the Dome Cathedral. Dome is very important because of Napoleon’s grave. The cathedral dome is gold and huge. The view was breath taking. Grave of Napoleon was under the cathedral, and it was very interesting. Napoleon wished everyone to bow in front of his grave after he died. For this reason his grave was below floor level. Then I went to the Museum of Rodin, but this day it was closed for a special event. I was exhausted by the end of the day but I had a nice day and it had been worth every minute.

On the third day, I walked along the Seine river to the Eiffel Tower. Especially choose this way because I could see a lot of places and areas across and along the Seine River. For example, the Grand Palace, the Petit Palace, Assemble National Palace, Trocadero. And I saw the place where Lady Diana died. This place was very tragic. Some people put fresh flowers and poems there every day. Some days candles burn. And then when I reached Trocadero, I saw Eiffel Tower.

It was amazing, it was unbelievable. It was huge and magical. I queued up to get to the top of the Eiffel Tower. Luckily the line was not long. I only waited max.15 minutes. When I got to the top of the Eiffel tower, the view was gorgeous. Because I could see all Paris. I was lucky again because the weather was very clear. I spent around 1-1.5 hours in the tower. It was amazing. So I went back to the hotel and I rested a little bit. J I went to the Entrecote restaurant this evening. This restaurant is very famous in Paris. Sometimes you have to wait in line. But I didn’t wait because of time was early. I ate a gorgeous meat with a special sauce, fried potatoes and red wine. This food is the best food in my entire life. After dinner, I walked in Champ-Elysees street. This street is a very famous in Paris, even in the world.


On the fourth day, I went to the Notre-Dame Cathedral. This cathedral is a Gothic cathedral in Ile de la City area. Also this cathedral is very famous because of a story written by Victor Hugo. And for this reason I was curious about the cathedral and when I saw this cathedral I loved it. I felt, as if I had lived or I had been to in this cathedral before. I saw the huge bell in the top of the cathedral and mural paintings inside. For example, there was a mural of The Last Supper. Also it had sculptures and stained glass. I think, there wasn’t any place that I liked this much.

Then I went to Saint Chapelle church. This church consists of two floors. The first floor was for public, the upper floor was for aristocrat icy people. Generally the churches of Paris or France consist of same sitiutaion. This church is famous for stain glass windows. Then I went to Conciergerie which used to be a prison in Paris before time. A lot of famous people were jailed in this building. The most famous prisoner was Marie-Antoinette. After I went to Sacre-Coeur Basilica. The basilica is located at the summit of the Montmartre and is the highest point in the city. And for this reason this basilica is as popular of landmark in Paris as the Eiffel Tower. I went to the highest point in this basilica too..

During my holiday, I always went to the highest point, like a Norte Dame, Eiffel Tower, Arc de Triomphe Etoile, Tour Montparnesse. Anyways I liked this basilica very much. The hill of painters was behind the basilica. Painters hill also called Lovers hill. I loved this point. I wanted o have my face painted but it was very expensive. After I saw the Moulin Rouge. This club is very famous in Paris. Special shows are there but I couldn’t go there because of the price.Then I walked to the Opera. The Opera building was brilliant. This evening I tasted something different. I ate mussels with garlic, cheese and tomato. It was very delicious. I am unable to forget the delicious flavor of a food.

On the fifth day, I went to La Defense. La Defense is a major business area in this city. It has a Grand Arche which is around 100 meters tall. This district starts at the Louvre Central Paris and continues along the Champs-Élysées, well beyond the Arc de Triomphe before culminating at La Défense. I liked this area, I walked around shopping center in this district and I bought couple of bottles of red wine from the supermarket. I spent 4 hours there. After I went to Grand Palace, Petit Palace and Elysees Palace where Sarkozy and his wife are living. And then I went back to my hotel and I rested. In the evening, I went to an Entrecote restaurant again, because I was unable to forget the delicious flavor of food too. But this time I choose a different restaurant which is closer my hotel.

On the last day, I went to Beauborg and Les Halles district. This district was very calm, chic and quiet. I liked this area and I saw the Centre Pompidou. It was designed in the style of high-tech architecture. All of the functional structural elements of the building are outside and color-coded. For example, green pipes are plumbing, blue pipes are climate control, yellow pipes are electrical system, red pipes are devices of safety. It was a very interesting building. And then I saw the St.Merry Church which was a nice building. This day I bought somegifts. Finally in Paris I went to a Chinese restaurant. These foods were different and interesting. I ate noodles ( Chinese spaghetti ) with an omelet. I didn’t like this meal. But at least I tried it. And I returned to my hotel and I took my luggage and went to the airport.

The end of my vacation, I decided that this vacation is the best vacation in my life. I hope, I will experience such a gorgeous time again…

26 Şubat 2009 Perşembe

Gaudi’nin Şehri BARCELONA….

Merhaba…

Sizlere Kasım 2008'de gittiğim şehirden bahsetmek istiyorum. Barcelona….

Barcelona’ya gitmeden önce nasıl bir şehirdir, neler yapacağım, ne yiyeceğim, ne kadar eğleneceğim yada sıkılacağım konularında hiçbir fikrim yoktu. Bilinen tek gerçek Barcelona’ya yalnız ve bir tur’a dahil olmadan gittiğimdir.. Tüm ayarlarımı ve rezervasyonlarımı buradan yaptım, yani Shengen vizem zaten vardı, uçak biletimi THY’den aldım, otelimi’ de http://www.booking.com/ dan ayarladım. Ve kısa bir internet araştırması sonucu 5 günlüğüne Barcelona’ya gittim.




Barcelona’ya ayak basar basmaz güneşten ve havanın güzelliğinden içim ısındı. O kadar güzel ve güneşli hava vardı ki.. Ve seyahatim boyunca o güneşli hava hep benimleydi, yani süperdi. Havaalanından her 5 dk. da bir kalkan Aurobus’larla şehir merkezine Placa de Catalunya’ya gittim. Bu arada bu otobüsler her 5 dk da bir kalkıyor ve 4 euro gibi ekonomik bir ücrete gidebiliyorsunuz. Sanırım taksi ile ulaşım min.25 euro civarı imiş, dolayısıyla otobüsü tavsiye ederim.


Plaça De Catalunya ise aynı bizim Taksim Meydanı gibi ( ama son derece güvenli ) çok ünlü ve şehrin kalbinin attığı bir meydan. Otelimi seçerken özellikle bu meydana ve diğer popüler mekânlara yakın olmasına dikkat etmiştim. Dolayısıyla otobüsten indiğimde 1 blok sonrasında ki otelime yürüyerek ulaştım. Çok sevimli ve sıcak bir oteldi. Gerek personeli gerekse temizliği ile son derece memnun kaldığım bir oteldi.
Barcelona 1992 yılı Olimpiyatlarına ev sahipliği yaptığı için özellikle o yıllardan itibaren çok büyük bir değişim geçirmiştir. Kısacası İspanya’nın kültür başkenti olmuş. İlk gün özellikle Port Vell denilen liman kısmını dolaştım. Özellikle, 1 yıldız dalıcı olduğum için Barcelona’da bulunan Avrupa’nın en büyük akvaryumu çok ilgimi çekti. Sharm El Sheikh (Kızıldeniz) de gördüğüm pek çok balık ve bitki örtüsünü burada tekrar görmüş oldum.






Daha sonrada olimpiyat şehrini gezdim ve azgın dalgalarda sörf yapan gençleri izledim, Londra’da bulunan Madame Tussauds müzesi gibi Barcelona’da da bulunan bir mumya müzesini gezdim. Londra’daki kadar gerçekçi ve büyük olmasa da burası da iyiydi. Hakikaten ilk gün itibariyle seyahatim çok zevkli başlamıştı ve otelime döndüğümde diğer günlerin planlarını yapmaya başladım.


Artık günlerimi Barcelona’yı Barcelona yapan Antoni Gaudi’nin eserlerine, binalarına ve tasarımlarına ayırmak istiyordum. Hakikaten İspanyanın en ünlü mimarı Antoni Gaudi’dir. Eserlerini, binalarını hayranlıkla izledim. Kendisi hakkında çok kısa bir bilgi vereyim : Antoni Gaudi Barcelona’nın en ünlü mimari eserlerinin yaratıcısıdır. 25 Haziran 1852’de Katalonya’nın Reus kentinde doğmuştur. Önemli eserleri, Casa Vicens, Güell Pavilyonu, Güell Sarayı, Güell Mahzeni, Colonia Güell Türbesi, fantastik Güell Parkı’dır. Diğer önemli eserleri arasında Teresano Koleji, yılın binası ödülünü kazandıran Celvet Evi, Bellesgurad Villası, Battlo Evi, La Pedrera adıyla bilinen Mila Evi bulunur. En ünlü eseri ise hayatını adadığı, yapımı halen süren Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi, 1882’de F. del Villar tarafından yapımına başlanan bu kiliseyi tamamlama işini 1883’de üzerine aldı. Gittikçe daha fazla zamanını bu esere ayıran Gaudi, 1908’de başka proje almayı bıraktı ve 1926’da ölümüne kadar sadece Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yy. katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmadı, stüdyosunu da inşaata taşıdı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldü ve Sagrada Familia'ya gömüldü.














Yukarıda bahsettiğim pek çok binasını ve eserini gezdim, hakikaten hayal gücü çok fazla olan, yaratıcılığının önüne geçilemeyen bir insanmış. Hayran kaldım tüm eserlerine.. Sokak lambalarının tasarımı bile o kadar farklı ki, ilk görüşte ne kadar farklı bir kişilik ve hayal gücüne sahip olduğunu belli ediyor. Özellikle La Pedrera, Battlo Evi ve Sangara Familia’dan inanılmaz etkilendim. Sangrada Familia’nın turistlere açık bir kulesinin en tepesine çıktım ve inanılmaz güzellikteki Barcelona ile karşılaştım.


Bir başka gün de teleferik ile Montjuic tepesine çıktım, bunu da şiddetle tavsiye ederim, aynı Sangrada Familia’daki gibi süper bir Barcelona manzarası ile karşılaşıyorsunuz, burasının tek farkı tüm Barcelona’yı görmenin yanı sıra liman ve denize de hakimsiniz. Harika bir manzarası vardı. Özellikle teleferik ile Montjuic dağına ve kalesine çıkarken duygularımı görmeliydiniz, tek kelime ile çığlık atıyordum manzaranın güzelliği karşısında :)



Bunun yanı sıra süperde lezzetler tattım, oraya gidip Paella, Tortilla yemeden dönmeyin. Özellikle Barcelonetta denilen semtinde oturup balık keyfi yapmadan ise hiç dönmeyin.



Kendilerine has içkisi Cava şaraplarını da mutlaka denemelisiniz. Beni tanıyanlar bilir inanılmaz boğazıma düşkünümdür ve yemek den iyi anlarım ve buranın yemeklerine bayıldım, zeytinyağını bolca kullanan süper lezzetli yemekler :)










Sonuç olarak kaldığım 5 gün boyunca inanılmaz güzel yerler gördüm ve çok güzel yemekler yedim. Geriye dönük baktığımda bu kadar güzel bir tatil yapmış mıydım onu düşünüyorum. Yok hayır sanırım yapmamıştım. Hem de yalnız olmama rağmen…J Tek kelime ile mükemmeldi. Fırsatı olan herkese ömürlerinde hiç olmazsa 1 kere Barcelona’yı görmelerini tavsiye ediyorum..